MekanForum

<script type="text/javascript"><!--
google_ad_client = "ca-pub-8213945970145438";
/* Geniş Dikdörtgen */
google_ad_slot = "0152084016";
google_ad_width = 336;
google_ad_height = 280;
//-->
</script>
<script type="text/javascript"
src="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js">
</script>

Join the forum, it's quick and easy

MekanForum

<script type="text/javascript"><!--
google_ad_client = "ca-pub-8213945970145438";
/* Geniş Dikdörtgen */
google_ad_slot = "0152084016";
google_ad_width = 336;
google_ad_height = 280;
//-->
</script>
<script type="text/javascript"
src="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js">
</script>

MekanForum

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
MekanForum

    Reis

    NFz
    NFz
    Supervisor
    Supervisor


    CinsiyetErkek
    <b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 610
    Sanal Para [SP] Sanal Para [SP] : 8994
    Rep Puan Rep Puan : 34
    Seviye Seviye : 8
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 23/07/08

    Reis Empty Reis

    Mesaj tarafından NFz Paz Ocak 03, 2010 9:05 pm

    REİS
    I

    Dünyası zulüm üzerine kuruluydu. Yanında 20’ye yakın silahlı adamı vardı. Tek felfesi vardı o da; Ben ne dersem o olurdu . . .
    Casino’da, Blac Jack oynarken sağ kolu Murat kulağına fısıldı;
    - Reis, Mahmut dayı seni görmeye gelmiş”
    Umarsızca oyununa devam etti. Yarım saat kadar sonra Murat’a;
    - Söyle keyfine baksın ben geliyorum”
    Murat, Mahmut dayının yanına gitti. Sohbete başladılar. İki saat sonra en son gittiği masa olan Rulet masasından kalkıp yanlarına geldi. Tüm adamları ve Mahmut dayı ayağa kalktı. Mahmut dayı elini uzatan Tuncay’ın eline uzanarak çevresinin deyimiyle “Reis” diye hitap edip “nasılsın?” diye sordu. Reis:
    - İyiyim Mahmut dayı sen nasılsın?”
    - Allah razı olsun. İyi diyelim . . .”
    Mahmut dayıyla Reis bir başlarına oturdular. Reis umarsızca;
    -Buyur Mahmut dayı bir sıkıntın mı var?”
    Mahmut dayı yutkunarak;
    -Var Reis, bir sıkıntım var”
    - Buyur söyle”
    - İki yıl önce sürekli müşterim olan biri, tekrar davar almaya geldi. Bu sefer birazda fazla istedi. Önce bir şüphelendim, sonra dedim biz dostuz insan dostuna kalleşlik yapar mı? Velhasıl başını ağrıtmayayım buna etraftan da inek minek alıp epey *** vedim. Her zaman ki gibi senette yaptık. Adam çekip gitti. Senedin günü geldi. Para yok. Aradım bir iki sefer telefona çıkmıyor. Ben de vurup Konya’ya gittim. Doğruca evine varıp kapısını çaldım. Kapıyı kendi açtı. Selamün Aleyküm dedim. Aleyküm Selam dedi.beni içeri almayacak mısın? diye sordum. Niye dedi. Derken bir söz benden biri ondan derken beni kovdular. Senetleri avukata verdim ama bir netice yok. Tabii millette haklı olarak parasını istiyor. Ev park ne varsa sattım. Öyle ki küçük kızın küpelerini bile sattım.”
    Reis sigara paketinden iki sigara çıkarttı. Mahmut dayı sigara kullanmıyordu ya yine de yok demedi. Sigaraları bitmeden Reis;
    - Yahu Mahmut dayı iki yıldır niye uğraşıyorsun bana söyleseydin ya.”
    - Ne biliyim Reis dedim rahatsız etmeyeyim.”
    - Ne rahatsızlığı Mahmut dayı sen babamın en yakın arkadaşıydın. Bir yerde bana ondan yadigarsın. Bak şimdi sen geldin, inan rahmetliyi görmüş gibi oldum. Sanki o mezardan . . .”
    Mahmut dayı ondan mı bu kadar beklettin diyecekti demedi. “Olur” diye içinden geçirdi. Reis;
    - Senetler yanında mı?”
    - Yanımda Reis.”
    - İyi onları ver de bu işi halledelim.”
    Mahmut dayı senetleri ceketinin iç, sağ cebinden çıkarıp uzattı. Reis isme baktı: “ Bu isim de meymenet yok” dedi. “ İsme bak hele Ertan KORKAROĞLU.”
    Mahmut dayı ismi duyunca yüreği cız etti.Reis;
    - Adres aynı mı?”
    “Aynı” dedi Mahmut dayı. Casino’dan beraber çıktılar. Reis senetleri Murat’a uzatıp;
    - Hemen yola çıkın parayı almadan da gelmeyin”
    Mahmut dayının yüreğine su serpilmişti. Umutları canlandı. Eski saygınlığını yeniden kazanacaktı. Sattığı evini tekrar geri alacak . . . Arabasını, tarlasını, kahvesini her şeyini geri alacaktı. Küçük kızının küpeleri. Of ooof! O mazlumun kulağındaki küpeleri kuyumcuya uzatırken milyon kere ölmek istemişti. Ama her zorluğun sonu bolluktur. İşte Murat gidip halledecekti. Otelin önünde inip odasına geçerken bile bunları düşünüyordu . . .
    Murat yanına aldığı üç kişiyle doğruca Konya’ya gitti. Konya’da gayri meşru işler yapan arkadaşları vardı. Onlarla buluştular. Gece yarısı Ertan’ın evine bir baskın. Bir saat sonra Ertan Konya’nın dışında bir bağ evinde falakada . . .
    Ertan’ın sesi yeri göğü inletiyor. “Kurbanınız olayım vurmayın.beni öldürmeyin. Ne istiyorsanız vereceğim. Ne olur vurmayın.”
    Sabah saat10 civarı Mahmut dayının senetlerinde yazılı olan rakamın iki misli para gelir. Ertan KORKAROĞLU gider . . .
    Murat gelen paranın beşte birini Konya’da ki arkadaşlarına verirken “ daha çok verecektim ama para bir aile dostunun! . .”
    Murat akşam vakti Ankara’da ki ofislerine dönünce Reis’le Mahmut dayı yemek yiyiyorlardı. Murat hemen söze girip;
    -Reis adamı aldık yatır – kaldır, yatır – kaldır para yok. Yalnız söz verdi iki ay sonra verecek.”
    Reis, Mahmut dayıya bakıp “Ne dersin Murat dayı iki ay sonra olur mu, yoksa öldürelim mi p……..i ?” Mahmut dayı “olur” dedi tüm saflığıyla. “O bir yanlış yaptı, çoluk çocuğu var günahları boynumuza girmesin” diye devam edince Reis “Sen bilirsin” dedi.
    Akşam yemeğinden sonra Reis elini ceketine atıp bir deste para çıkardı. Mahmut dayı kendisine uzanan parayı alıp almama konusunda öyle çelişkiye düştü ki nitekim “Alıyorum ama, paramı aldığınızda bunu içinden çıkarın” dedi. Reis “Ayıp ediyorsun Mehmet dayı” dedi. “Sen bana babamdan yadigarsın!”
    Mahmut dayı, Reis’le helalleşip memlekete dönmek için garaja giderken Murat getirdiği parayı Reis’e uzatıyordu. Reis toplam paranın dörtte birini Konya’ya gidenlere dağıttı. Gerisi kasaya…

    II

    Mahmut dayı 2 ay 10 gün sonra tekrar Ankara’ya geldi. Kulağına bir şeyler gelmişti. İnanmamıştı. Daha doğrusu inanmak istememişti. Doğruca Reis’in yanına geldi. Reis’te yüz yok. Soru sordu cevap yok. Kahırla merdivenlerden indi. Her Ankara’ya gelişinde Hacı Bayram Veli Camisine giderdi. Yine öyle yaptı. Önce akşam namazını kıldı, peşinden evvabin namazını. Gözyaşları alnının değdiği yerleri, dizlerini, ayaklarının altlarını ıslatmıştı. Son selamdan sonra Ayetel Kürsi’yi okudu. Tesbihatını yapıp ellerini açtı. Cenab-ı Allah Azze ve Celle’ye…
    -Ya Rabbi! Ben, Senin en aciz kulunum. Bu sıkıntılar bana ve aileme imtihandır. Ben şimdiye kadar kimseye beddua etmedim. Yine etmeyeceğim. Ben bir müslümana nasıl bedduâ ederim. Ey Yüce Allah’ım! Beni ve ailemi sıkıntıya sokanları Sana şikayet ediyorum. Şüphesiz ki mazlumun duâsıyla Senin aranda perde yoktur. Ben, tüm acziyetimle Sana tevekkül ettim. Beni mahcup etme… Ben, Seni Rabbim biliyor, Sana sığınıyorum. Senin iyi kullarından olduğu için, o mübarekten izlerin olduğu camiye geliyorum. Sana karşı riyakar olmaktan Sana sığınırım. Bana ve aileme bir çıkış yolu Ya Rabbi! Şüphesiz ki Senin her şeye gücün yeter…”
    Diye duâ edip Camiden çıktı. Cebindeki para yol parasına ancak yetiyordu. Karnı acıkmıştı ama farkında değildi. Yürüyerek AŞTİ’ye gidecekti. Yüreğinde ihanetin acısı, gönlünde umut… Pes etmeyecekti. Yılmayacaktı. Doğru bir adamdı, doğrular hep kazanmıştı, o da kazanacaktı. AŞTİ’ye vardığında alnında oluşan buğday buğday terlerin farkına vardı. Sağ avucuyla terleri sildi. Hep bindiği otobüs firmasının tabelasını görünce: “Memlekete vardım sayırlı” dedi. Biletini alıp otobüsü beklemeye koyuldu. Yüreğinde her şeyin düzeleceğine dair bir kıvılcım düşmüş ve kıvılcım büyüyordu. Nedense üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Nedenini düşünmek istedi. Bulamadı. Geçmişe gitti. Çok geçmişe gitti. Yine bir şey hatırlamadı. Olsun dedi bana “ Hasbunallahu ve ni’mel vekil” demek düşüyor. Otobüs gelip durunca koltuğuna geçti.

    III

    Reis’in işleri tam gaz gidiyordu. Bir çok ilde cebir ve şiddet kullanarak ihaleler alma… Otoparkları ele geçirme… Eğlence yerlerini haraca bağlama… Zenginlerden bir çok illegal yol üzerinde yüklü paralar alma… Mahmut dayıyı en son üç yıl önce görmüştü. Bugün geldiği İstanbul’da onu simit satarken görmüş, azda olsa yüreği burkulmuştu. Aslında Mahmut dayıya bir şekilde yardımcı olmalıydı. Akşama kadar bu düşünceler içindeydi. Akşama işadamlarıyla boğazda yemek yediler…
    Bir yol ihalesi vardı. İhale giren tüm firmalar güçlü olsa da biri dışında hepsinin dosyaları alınmıştı. Yemekten sonra karar verilmiş, dosyayı vermeyen işadamının kalemi kırılmıştı.
    Aslında vermeyen asker kökenli bir iş adamıydı. Güçlüydü, nüfus sahibiydi… Öyle yılacak, yıldıracak biri değildi. Ama Reis’ti bu, alacağım dediyse almalıydı. Yoksa prestiji sarsılacaktı. Yemek masasında vedalaşıp balık yedikleri yerden ayrı ayrı çıktılar. Reis arabanın arka sağ koltuğunda, bir numaralı adamı Murat ise yanında oturuyordu. Reis umarsızca; “Şu adamın Fatiha’sını okuyun artık” dedi. Murat gözleriyle “Emredersin” diye cevap veriyordu.
    Reis bol yıldızlı bir otelde viskisini yudumlarken Murat yanında iki kişiyle daha önceden adresini tespit ettiği adamın evinin önünde bekliyordu. Gece yarısına doğru işadamı yanında iki korumasıyla arabadan inince Murat ve yanındakiler tarafından yaylım ateşine tutuldular. Murat ilk defa eksik hesap yapmıştı. İşadamı asker kökenli olduğundan, hem kendisi hem de korumaları çelik yelek giymişlerdi. Silahları yanlarındaydı. Yedek şarjörleri ve mermileri boldu. Bununla beraber işin inceliklerini de en az Murat kadar biliyorlardı.
    Aman Allah’ım! Şehrin göbeğinde silahlı çatışma… İki grupta arabaların arkasına saklanmış. Asker kökenli iş adamı usulca arabanın altına uzanıp ateşin geldiği yerin altına doğru yeni değiştirdiği şarjöründe ki 15 kurşunu peşpeşe sıktı. Murat olduğu yerde can vermişti. Murat’ın üzerine eğilenlerden biri karşı arabanın altından ateş edildiğini görünce tabancasındaki son iki kurşunu oraya ateşledi. Asker kökenli işadamı da cansız yerde…
    Çatışma duruldu, polis arabalarının artan sesi, geceye düşmüş kan kokusu, ölüm korkusu heyhaaaaat! Her iki tarafta kaçmaya başladı. Birbirine aksi istikametlerde koşuyorlardı.
    Reis haberi aldığı zaman kendi sardığı, iri esrar dolu sigarayı içiyordu. Yüzü gerildi, gözleri çakmaya başladı… Bir, iki yeri arayacak oldu vazgeçti… Sigarasını bitirip lobiye indi… Adamlarının hepsi tetikte onu bekliyorlardı. Hep beraber kapıya yöneldiler. Arabaları otelin önüne gelir gelmez polisle karşı karşıya geldiler…
    Reis hakkında binlerce sayfadan oluşan iddialar… Ek gözaltı süresiyle yedi gün Organize Suçlarda sorgu. Peşinden doktor muayenesi ve Nöbetçi Mahkeme… Karar; tüm çetenin tutuklanması ve Kartal Özel Tıp Cezaevine konulmaları…
    IV

    Reis ve adamları yedi duruşmadan dönüyorlardı. Sevk arabasında tam bir sessizlik . . . Mütalaa okunmuş; avukatlardan son savunmalar istemişti. Reis neredeyse Ceza Kanunun da bulunan maddelerin 4’te 1’iyle yargılanıyordu. Bu işin şaka kaldırır yanı kalmamıştı. İçerde kalırsa ölecekti. Zira tehlike umudu yoktu.B planını devreye sokma vakti gelmişti artık . . .
    B planına göre Reis kendisini hastaneye sevk ettirecek, oradan da kaçırılacaktı. Koğuşa döndüklerinde akşam olmuş, bahçenin kapıları kapanmıştı. Odanın içinde ağır adımlarla volta, gidiş geliş sekiz adım . . . Peş peşe yanan sigaralar, beyinde patlayan bombalar . . . Gözlerinin önünden geçen Murat ve diğer adamları . . .
    Çoktan gece yarısı olmuştu. Ben nerde yanlış yaptım? Sorusu en önde gidiyordu. Nufuzlu dostlar neden bir şey yapmıyorlardı? Çevresi neden burun kıvırmaya başlamıştı? Sebep suçun ağırlığı mıydı? Yoksa bu lanet düzenin çarkı böyle mi dönüyordu? Giden gider, yerine yenisi gelir ve işler devam eder . . .
    Sabah ezanı okunurken Reis, voltada kendisine dost arıyordu. Hiç dostu var mıydı? Yada kaç dostu vardı? İki elin parmaklarını bile sayamadı.yanında ki adamları düşündü. “Çoğu mecburiyetten” diye mırıldandı. Birden babası aklına geldi. Yıllar önce ki halleri, babasının çırpınışları . . . Babasını kafasından atar atmaz Mahmut dayı aklına geldi, “o adama yaptığım . . . Ooof of!” Kedisinden utandı. Etrafına söylediği delikanlılık raconları, icraat maskaraları, doğruluk,dürüstlük . . .
    4. paketi de bitirmişti.Lavaboya girip çıktı. Eşofmanlarını giyip yatağına uzandı. Kapattı gözlerini, ne için, nasıl yaşadığını düşündü? Neler yaptığını, ne yapacağını düşündü? Firardan sonra nasıl bir yol izleyecekti. Kelle koparmaya devam mı? Birkaç yıl önce dostluğunun başladığı, Newyork’ta bulunan Sicilya’lı mafya babası arkadaşının yanına mı gitmeliydi? Yoksa doğuya mı? Ya Rusya?Acem eli? Suriye? Lübnan? Sorular sağnak yağan Mayıs yağmuru gibi peş peşe düşerken zihni uykuya teslim oldu . . .


    V

    Ayağını cezaevinden dışarı atınca arkasına baktı. İçinden “Bir daha hiç görüşmeyeceğiz” sözlerini geçirdi. Ringe usul adımlarla bindi. Güzel bir hava vardı. Heyecandan kalbi küt- küt atıyordu. Ring hastanenin arka kapsında durdu. Doğruca mahkum koğuşuna götürdüler.Çekilen filimler, muayeneler, yazılan reçeteler… tamamen önceden hazırlanmış tezgahın birer parçasıydı. Karar verilmişti. “Hasta, hastanede gözetim altında tutulacak.”
    Tedavi süresince sıkıntı yaşanmaması için yeni bir mahkum koğuşu açıldı. Reis sol ayağından hastane ranzasına zincirlendi. Pencerelere tekrar tekrar bakıldı. Reis’in firar etme olasılığı yoktu! Çünkü kararla beraber tahliye olacaktı. Cezaevi dahil herkes bu konuda hemfikirdi. Son duruşma ertesi programlı bir şekilde her hafta Reis’in tahliye haberi veriliyordu. Reis’inde yüzünde tebessüm, etrafına gülücükler saçıyordu. Tabi sanal güller, çünkü sıkıntılarını o çok iyi biliyordu.
    Akşam yemeğinden sonra Reis’e üç adet hap getirildi. Mide için getirildiği söylenen haplar, gerçekte vitamin haplarıydı.
    Reis’te ayrı bir heyecan… Her şey yolundaydı. Özgürlüğe ramak… Dışarı çıkma hevesi, kaygısızca gezme… Ooof ne kadar güzel duygulardı bunlar. Bu düşünceler kalbinin güm güm atmasına sebep oluyordu.
    Saatine baktı. Vakit tamamdı. Sağ elini ranzanın altına uzattı. Birinci demirin altı boş, ikincinin de… Doğrulup ayak tarafına uzandı. Maymuncuk elindeydi. Ayağına vurulmuş prangayı açmak hiçte zor olmamıştı. Sessizce spor ayakkabılarını giyip lavaboya gitti. Klozetin üzerine çıktı. Sağ elini pencereden uzatıp iki gün önce vidalanmış pencerenin vidalarını söküp demiri yanlamasına içeri aldı. Bir üst kattan sarkıtılan ipi görünce: “İşte özgürlük” dedi. Pencereden çıkması biraz zor olmuştu ama ikinci kattan kendisini kuş gibi aşağı bırakmakta zorlanmadı.
    Reis’ten sorumlu komutan hastanenin dışında kokoreçini yemiş Reis’in kaldığı odanın dışa bakan penceresinin karşısında onu bekliyordu. Reis kendisini bekleyen arabaya hızla yürürken Komutan tabancasını çekip Reis’in kafasına nişan aldı. Göz, gez, arpacık… Tak! Reis kanlar içinde yerde. Komutan, Reis’in başına gelirken sessizliğe gömülmüş gece hareketlendi. G-3 lerin oynayan mekanizmaları, hasta yakınlarının “ne oldu?” söylemleri. Nöbetçi sağlık görevlerinin koşuşturması…
    Komutan tabancasını kılıfına sokarken mırıltıyla “ Devlete de, millete de verdiğin zarar yeter!” diyordu.


    VI

    Mahmut dayı, Reis’in akıbetini iki ay önce aldığı büfede sattığı gazetelerden öğrenmişti. Aklına hemen kızının küpeleri gelmiş ve aynı anda düşüncesinden vazgeçmişti. Reis’in kimsesinin kalmadığını biliyordu. İyi gün dostları ondan çoktan geçmiş, kötü gün! Adamları ise başka bir mecraya akmak zorunda kalmışlardı.
    Reis cansız bedeni morgdan alınmayı bekliyordu. 3 gün geçmişti. Mahmut dayı Cuma namazı için abdestini alıp camiye yürümeye başladı. Aklında Reis vardı. Ne yapsaydı gidip morgdan cenazeyi alsa mıydı? Bu düşünceler içinde hutbenin şevkine kendisini bıraktı.
    Vaiz çok gönülden bir hutbe okuyordu;
    “Kötülüğe kötülükle karşılık vermek er kişinin kârıdır. Biri bize bir kötülük yaptığında onu unutmalıyız. Yaptığımız iyiliği de aynı şekilde… Müslümanların en büyük cengi nefis iledir. Bu konuda da Resulullah (s.a.v.) Efendimiz çetin bir savaş dönüşü “küçük cihaddan büyüğüne geldiklerini” söyleyince ashabı, büyük cihadı sorar. O’da (s.a.v.) Büyük cihadın “nefis” olduğunu söyler. Ve yine nefisle ilgili en önemli rehberlerimizden biri Hazreti Ali’dir. “Hazreti Ali bir gün tenha bir yerde gezerken oldukça kuvvetli bir kafir pehlivan Hazreti Ali’ye saldırır. Hazreti ali kafirin hamlesini boşa çıkarıp onu kesmek üzereyken kafir; Ya Ali, er kişi bastığını boğazlamaz.” deyince Hazreti Ali onu affeder. Aynı kafir Hazreti Ali’ye bir daha saldırır Hazreti Ali yine kafirin hamlesini boşa çıkarıp onu öldürmek üzereyken kafir; Ya Ali, sana mürüvvet madeni derler, beni affet deyince Hazreti Ali onu yine affeder. Aynı kafir oldukça hırslı bir şekilde üçüncü bir hamle daha yapar, tabi bu hamlede boşa çıkarılmıştır. Hazreti Ali kafirin boğazını keseceği sırada kafir eman dilemenin boş olacağını düşünüp öleceksem hıncımla öleyim hesabı Hazreti Ali’nin mübarek yüzüne tükürür. Hazreti Ali bu hareketten sonra kafiri bırakıp; Hadi affedildin der. Kafir dayanamayıp bunun sebebini sorunca . . . Hazreti Ali hepimizin örnek alması gereken şu cevabı verir: Bizim cihadımız ikidir. Biri kafirlerle cihad, öbürü nefis ile cihad. Seninle ilk mücadelem Allahu Teâlâ içindi. Ama yüzüme tükürdükten sonra işin içine nefis girdi. Nefisime uymuş olsaydım seni öldürürdüm o zaman daha çok zarara girerdim. deyince kalbi yumuşayan kafir Müslüman olur . . . Ve yine aynı kardeşimiz Hazreti Ali’den ayrılmayıp tüm cihadlarda O’nun yanında mücadele eder . . .”
    Mahmut dayı vaazin bundan sonrasını artık anlamıyordu. Namazını çok acelede kılıp camiden çıktı. Hızlı adımlarla yürüyordu.Önce büfesine uğradı. Küçük kızı büfedeydi. Kızının yeni küpelerine gözleri ilişti. Gözleri nemlendi. Zaman nasıl da geçmiş . . . Zaman kimleri ne etmiş . . . İçine bir korku düştü: “ İnşallah bizim sonumuz hayır olur” dedi. Kasada ne kadar para varsa alıp gitti. Cenazeyi teslim alırken iki kişiyle karşılaştı. Onlar da cenazeyi teslim almaya gelmişlerdi. Beraber en yakın camiye gittiler. Şatafatlı günlerden kalma kimseler yoktu. 20 kişilik bir kalabalık vardı cenaze namazında. Namaz kılındı . . . Mezarlığa doğru yola çıktılar . . . Bir cenaze ve ölüm sessizliği. Belli ki herkes akıbetini düşünüyordu. İmanın; “Merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusuna hepsi birden iyi deyip haklarını helal ederken; merhumu kaç gündür morgda bekletme hakkını Mahmut dayı kendisine soruyordu. Sağ eliyle önünde ki tabuta dokundu. Usulca eğilip: “ Reis hakkını helal et. Seni morgdan geç aldık” dedi. Reis’in “Helal olsun” dediğini hisseder gibi oldu.
    Reis’in babasından sonra Reis’i de toprağa verme vakti gelmişti. Kazılan mezara tabutu indirdiler. . . İlk toprağı Mahmut dayı attı. Reis’in babası vaktiyle “Bize bir şey olsa bu çocuklar ne yapar” demişti. Çok geçmeden de akraba ziyaretine gittikleri Dörtyol’dan dönerken hanımı ve iki çocuğuyla kaza geçirip ölmüşlerdi. Reis kazadan sonra Ankara’ya gelmiş birkaç yıl sağda solda çalışmış, daha sonra illegal işlerle uğraşan birinin yanında kalmaya başlamıştı. Yıllar sonra da yanında kaldığı adamla ters düşüp onu vurmuştu. Ve Reis’e paranın, gücün, iktidarın kapıları sonuna kadar açılmıştı.
    Mahmut dayı Reis’in macerasını düşüne düşüne son Fatiha’yı okudu. Artık yapacak bir şey yoktu. Zulüm ile abad olunmuyor, zalimlerin akibeti iyi gelmiyordu. Ya Mahmut dayı; Mahmut dayı eski dosttu. Eski dostlar düşman olmazdı. Selam ve Duâ ile . . .

    Lokman HAMİTOĞLU





    google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);

      Forum Saati Ptsi Mayıs 13, 2024 7:30 pm